18 Ocak 2016 Pazartesi

Romanya ve Soruları


 Romanya sınırını geçince bende hedefe yaklaşmanın vermiş olduğu heyecan iyice arttı. Artık burdan hemen Macaristan’a geçeriz hevesiyle yüzümde bir gülümseme ile yola koyulduk. Ama unuttuğum bir şey vardı. O da, acelemiz olmadığı.

Hayat gerçekten çok enteresan. Acelemiz yok! Buna bir türlü kafam basmıyor. Vatan toprağından çıkalı 3 gün oldu ama hala bir koşturmaca ve hız peşindeyim. Alışamadım. Gitmek gerek, yol almak gerek diye bir güdü var içimde bastıramadığım… 

Yol boyu arada sırada bir şeyler içmek için mola veriyoruz.
Düşününce biz de haklıyız aslında, şehir insanı olarak. Sonuçta para kazanmak gerek, ekonomik özgürlüğümüzü kazanmak gerek. (Türkiye’de ailesinden ayrı, bir işte çalışıp bekar yaşayan kişi sayısı nüfusun %2’sine denk düşüyormuş) %2’lik bir kesimde olmak oldukça zor tabiki. Hem de Istanbul gibi bir şehirde. Bir sürü gideri var, hayatta kalmak gerek, ayrıca bir de motora binmek için benzine para yetiştirmek gerek!:)  Sonuçta özgürlük önemli! Petöfi Sandor adlı şairin harika bir şiiri var, kısacık. Diyor ki, “Özgürlük ve aşk! Bu ikisi gerek bana. Hayatı feda ederim aşkım uğruna. Aşkımı feda ederim, özgürlük uğruna!” Benim hikayem de biraz böyle. Özgürlüğüm her şeyden önemlidir. Belki ikizler burcu olmamdan kaynaklı bir ısrar bu. Bunun da bir bedeli var elbette ki. Hatta sadece ekonomik özgürlük değil, duygusal ve bedensel özgürlüğümüzün de kendimiz tarafından hiçbir etkene bağımlı kalmadan güçlü bireyler olarak sağlamamız gerektiğine inanıyorum. Okyanuslar, bizim derinliklere dalmamızı bekliyor, öyle değil mi? Hedeflerimiz var, amaçlarımız var, gücümüz var bir şeyleri değiştirmek için hayatımızda, daha iyi olmak için. Sonrasında iyinin iyisi olmak için. Akıllı varlıklarız, iyi niyetli ve toplumsal normlara da biraz saygılıysak geri kalan yolda bize engel olacak ne olabilir ki? Başarı bizi bekliyor! Sonuçta hepimiz bir şeyler için yaşıyoruz. - Diye düşünüyor insan. Ama...
Doğa, tüm ihtişamıyla onu anlamamızı bekliyorken,
motorla bu sorular arasında dolaşmak da keyfli,
bazen cevapların içinde gezdiğini farkediyor insan.
Sahi, ne için yaşıyoruz? İşte bu sorunun çok farklı bir cevabı oldu bende Romanya.
Acelemiz yok. Benzin(litresi 3 lira civarı) ve konaklama(Bazen kamp alanı dışında, konaklıyoruz, ücretsiz) parası harcamalarımızın %90’ını oluşturuyor, %10 ise kahve ve aksam yemekleri (250gr ızgara, ateş bedava) Marmara etrafındaki gezimizi de sayarsak son bir haftadır hayatım bu şekilde geçiyor. Yani bedava ve muhteşem keyifli! Hayat bu kadar kolay mıydı yaw!

Neyse işte biz çıktık sınırdan, yine ana yollara girmeden haritada iyice yaklaşmadan görünmeyen incecik yollardan devam ediyoruz gezimize. Yerleşim yeri dışında hızımız ortalama 90km/s. Oldukça keyfli ve konforlu bir hızmış açıkçası. Hiç 90la seyretmemiştim bu geziye kadar. En hızlı 110 civarına çıkıyoruz. Yerleşim yerlerinde, hız kuralları gereği 50’ye düşüyoruz. Insan dahi göremediğimiz alanlarda dahi hız kuralı
var, acelemiz yok, hızımız 50. Peki, ne de olsa George’u takip ediyorum. Kısa süre sonra haklı olduğunu görüyorum bu titizlikte, çünkü biraz büyük kasabalarda yerleşim yeri merkezinde her zaman polis oluyor.



(Sıradaki paragraf biraz sıkıcı olabilir üzgünüm, konuyla alakası yok isteyen atlasın)

Yerleşim yerlerinden geçmek genelde 3 ila 5 dakika arası sürüyor. Ve manzara hep aynı. Kasabaya giriyoruz, önce tek tük evler. Yolların kenarında su oyukları var, kışın yada baharda sanırım ufak akarlar oluyor, oluklar ve evler arasında da ufak kaldırımlar var. Her evin önünde, kaldırımda bir bank var ve yaşlılar orada oturmuş bir şey yapmadan zaman geçiriyorlar. Gün boyu geçen belki 3 belki 4 aracı izliyorlar. Biraz ileride çocuklar yürüyorlar. Bazen çocuklar da o banklar da oturmuş bir şeyle oyalanıyorlar. Kasaba, kasaba ardına bu görüntü Macaristana kadar değişmedi. Bulgar’da da benzer bir tablo vardı ancak, Romanya’da biter sanırken, daha da yoğun olarak bu tabloya maruz kalmak sorgulamama sebep oldu sanırım. Sürekli aynı döngü.. Ev, kaldırım bank, banta oturan yaşlı, gençler yürüyor, ev, bank, bankta oturan yaşlı, yürüyen çocuklar… Matrix filmi içinde gibiyim. Sanki bilgisayar yazılımı bu yaşlılar ve kasabalar. Ama sahi, bu insanlar burada ne yapıyor? Ülkenin neresindeyiz ve ne tarafa gidiyoruz bilmiyorum. Bildiğim tek şey, gölgem genelde görüş alanımda, yani bir şekilde kuzeye gidiyoruz. Demek ki her şey yolunda... Ev, kaldırım, bank, bankta oturan yaşlı, ve çocuklar… Bu döngü her seferinde kafama işliyor. Yaşlı insanlar yaptıkları hiçbir şey yok. Fakirler. Amaç yok. Paraları da yok, burada yaşıyorlar. Ev var, bank var, belki biraz toprakları var… Ben yüzlercesini görüyorum kasabalardan geçtikçe, birbiri ardına... Ama bu ülkelerde yaşayan bu şekilde evinin önünde oturan milyonlarca yaşlı vardır, yapacak hiçbir şeyi olmayan bunca insan burada doğmuş burada ölecek diye düşünürken… Peki çocuklar?... Bir an bu manzaranın yüzyıllarca durmadan akan bir süreç olduğunu anladım. O yaşlılar da bir zamanlar çocuktular, büyüdüler, doğurdular, yaşlandılar, öldüler… Ve korkunç gerçek kafama dank etti! Şehirler, ülkeler, Avrupa biriliği, Teknoloji, internet, hırslarımız, kavgalarımız, koşturmacalarımız, şöyle özelliklerimiz, böyle güzelliklerimiz, amaçlarımız, hatta sevgilerimiz bile belki, koca bir YALAN! Insan ölmek için yaşıyor… Tek başına hem de! Peki ya özgürlük? O da mı yalan? Lan yoksa..?!

Ben bunları düşünürken, yolda karşıma sürekli çarmıha gerilmiş İsa’lar çıkıyor! Romanya’da neredeyse kaza yapmama sebep olacak Hz.Isa’lar var. Birisi kaza yapmış da konmuş gibi de değil sanki. Yada her keskin virajda bir kaza olmuş gibi daha çok (yazarken farkettim ikinci ihtimal daha güçlü sanki) Bu Isa’lar tam virajın en keskin açısında yolun en can alıcı noktasına yerleştirilmiş! Mesela kaptırmış giderken sola viraj döneceksen, tam motorla yatıyorsun sola, döndü dönmedi derken bir anda karşına kocaman, renkli, kanlı, çarmıha gerilmiş Hz.Isa çıkıveriyor! Yolun ortasındaki bu şeyin ne olduğunu anlamaya çalışırken tabi viraj dönülmüyor (bkz: Nereye bakarsan oraya gidersin kuralı). Ben sola döncem diye uğraşırken Isa beni kendine çekiyor… Bazıları o kadar dikkat çekiciydi ve devasaydı ki, kötü köy yollarda bir anda karşıma çıkmalarından dolayı ani gaz kesince arkayı kaydırdığım oldu viraj içinde! Sanki İlahi bir mesaj, bu düşünceler arasında!
(Neyse ki Hızır’ın yardımıyla hemen topladık virajda):))

Kısacası, tüm gün sakinliğin ve huzurun içinde yol alırken amaçsız, iyi bir kamp alanında yada kafede durduğumuzda zaman facebook’ta milletin neler yaptığına bakarken yaşadığım amaçsızlık huzursuzluğunu yada hayatta öyle de yapalım böyle de yapalım, BEN yaparım enerjisi ile hareketlenmiş olaylardaki içimdeki boşluk hissini çözmüş oldum! Çok çalış, çalış, daha çok kazan. Daha çok çalış, para kazanmak için hayatımızı satma noktasına gelmişiz, ruhumuzu satmışız hırslarımıza, şeytana! Peki ya sonra? Sonra tatil! Tatil dediğin, en iyi yemeği yemek en iyi yere gitmek en iyi otelde kalmak, en iyi manzaraya sahip olmak vs.. tatil dediğimiz olgu bir rahatlama değil, bütün yıl yükünü çekeceğimiz yeni sıkıntılar demek. Kibir ve Lüks! Yeni hırslar yüklenmek demek! –miş meğer bunu anladım.  Ooh bea… Acelemiz yok ki olm! Sperm gibi koşturmaya gerek yok!!! Zaten ölcez nereye koşuyorsun!?:)) 90km/s hızın ve o sırada hafiften esen rüzgarın keyfinden bahsetmiş miydim? İşte şimdi daha da keyfli oldu…

Curtea de Arges'de kahve molası
Curtea de Arges - şehir merkezi
Derkenee, Curtea De Argeş’e ulaştık. Merkezde bir kahve molası verdik. Burası daha şehirli bir yer. Her köşeden ufak sokaktan bir motorcu çıkıyor. Chopperlar, Supersportlar, Crosslar… Bir sürü kafe var ve hepsinde motorcular var. Genci yaşlısı çift  olarak geleni.. Tanrım burası harika! Yolda ki düşüncelerim bir anda uçtu ve bu büyülü şehrin havasına kapıldım. Bir kafeye girip kahvelerimizi içerken Brigi de suyunu içti. Sıra bu gece nerede konaklayacağımızı bulmaya geldi. George ile konuşunca anladım ki, aslında Transfogaras (Ro:Transfagaraşan)’ın dibindeymişiz. George o yüzden daha fazla gitmek istemiyor, ancak ileride bir kamp alanı bulma ihtimalimiz olabilir. Dağlara ulaşırsak oradan sonra yolumuz uzun. O yüzden biraz kararsız kaldık. Geri dönmek gibi bir ihtimalimiz de yok, çünkü George prensip olarak geçtiği bir yola asla geri dönmüyor. Hoşuma gitti aslında bu prensip. Neyse, kahvelerimizin sonunda, devam etmeye karar verdik.
Mola verdiğimiz kahvenin karşısına motorları parkettik


Dağların yamacına ulaştık ve, ileride ufak çadırlar, ahşap evler, ve bunların yanında motorlar görüyoruz! Çok hoş bir otelin az ilerisinde bulunan bu kamp alanının adı “Dracula Camping”. Oldukça otantik bir isim. Vaktinde ulaşılmış harika bir yer. Şartları da gayet uygun. Kişi balı 10€’ya motorlarımızla alana girip uygun bir alanda çadırlarımızı kurmaya başlıyoruz. Yorucu ve İsalı bir günün sonu…

Ve rüya gibi! Yarın dünyanın en ünlü yollarından, Karpat dağlarının virajlarıyla meşhur geçidi Transfagaraşan’a uyanacağız!

Gün sonu Z raporu aldık.

Çadırım ve Piroskam

Kamp alanı yukardan bakış


Yazar: Erdinç Tunçbilek
Fotoğraflar; Erdinç Tunçbilek / Pap György
Yazıların ve Fotoğrafların izinsiz kullanılması yasaktır. İçerik kullanımı için lütfen iletişime geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder